Künye: Grandin, Temple, Resimlerle düşünmek, Aura yayınevi, İstanbul, 2018.
Temple grandin... Onu otizmli bir yazar olarak değilde; inanılmaz bir düşünce yeteneğine ve toplumda normal olarak nitelendirilen bireylerin bir çoğunda bulunmayan ahlaki özelliklere sahip bir yazar olarak hatırlayacağım. Kitapta otizmin anlaşılmasına ve bunu engel olarak değilde yaşama uyum sağlamada araç olarak nasıl kullandığına geniş ölçüde yer vermiştir. Otizmli birey ve ailelerine, eğitimcilere farklı bakış açısı kazanmada etkili bir kitap olacaktır. Yazarın giriş gelişme sonuç şeklinde değilde aklındakileri karmaşık bir düzende aktarmaya çalışması kitabın başından sonuna hissedilmektedir. Bunun farkında olduğunu kitabın Teşekkür bölümünde ‘Düşünceleri resimlerden oluşan biri için, sıralama ve düzenleme kolay değildir.’ yazısından anlaşılabilmektedir. Çoğu zaman kitaptaki yoğun bilgiye odaklanıp yazarın olağanüstü bilgi birikimine kapılmamız otizmli olduğunu unutmamız mümkündür. Ayrıca yazar sığır psikolojisi ve davranışları üzerinde çalışmalar yapmıştır, çiftlik hayvanlarına ait tesisleri tasarlamada çok başarılıdır. Amerikadaki çiftlik hayvanlarına ait tesislerin üçte birinin tasarımının Temple Grandine ait olduğunu okumam otizme farklı bir bakış açısı kazanmamda etkili olmuştur. Kitabın isminin neden resimlerle düşünmek olduğunu anlamaya çalıştığımda ise; yazarın genel olarak zihninin görsel alanla ilgili bölümünü kullanarak sözcükleri ifade etmektedir, sözel düşünen insanlara bu düşünceler dağınık gelmektedir. Bu aynı Einstein’ın öğrencilerine verdiği konferanslarda öğrencilerin Einstein’ın verdiği örnekler arasında bağlantı kuramamasına benzemektedir. Dağınık düşüncelerin temelinin çağrışımsal görsel düşüncelerden kaynaklandığı aşikardır.
Otizmden bahsederken bebeğin kucaklandığında gerilip direnç göstermesi, dokunmaya karşı hassas olması ve ağlayıp kendini çekmesi şeklinde tepkiler göstermesi şeklinde ifade edilmektedir. Yazar üç yaşından bahsederken konuşamamanın onun huysuzluk nöbetleri geçirmesine sebep olduğunu, insanların ne dediğini anladığını iletişim için yol bulamadığında çığlık atmak şeklinde bilinçli bir davranış sergilediğinden bahsetmektedir.Yalnız bırakıldığında uyuşup hipnotize olduğundan, fazla gürültüye maruz kaldığında sallanıp, kendi etrafında dönere dünyadan soyutlandığını belirtmektedir. Bilim adamı olan Leo Kanner’ın otizmi tanımlayan ilk kişi olduğu üç yaşından önce otizm özelliklerinin görülmesi gerektiğinden ve Kanner sendromu olarak tanımlandığından bahsedilmektedir. Genellikle bireylerin konuşmayı öğrenebilmesinden fakat aşırı düz mantık , bir durum öğrenildikten sonra başka bir duruma genelleme yapamama gibi belirgin özelliklerinden bahsedilmektedir. Diğer bir durum sağduyu noksanlığıdır ki bu durum düzenleri bozulduğunda ne yapacaklarını bilememe gibi ciddi bir kaygıyla başbaşa kalma durumudur.
Ayrıca Asperger, Dezentegratif bozukluk ve Otizmden bahsetmektedir.
Asperger sendromuna sahip bireylerin genellikle iş sahibi oldukları ve bağımsız yaşadıklarını, Dezentegratif bozukluğun ise Heller hastalığı olarak bilindiğini ve iki yıl içinde görünüşte normal gelişim olsada 10 yaşından önce sözel anlatımda toplumsal beceriler ve uyum davranışlarında önemli ölçüde yitim olduğunu dersimizde öğrenmiştik. Yazar kendisi için ise iki yaşında olsaydı gecikmiş anormal konuşması nedeniyle klasik Kanner sendromu tanısı, yetişkin olarak ise basit bir zihin testini geçebileceğini bilişsel olarak Kanner sendromu olanlardan daha esnek düşünebildiği için Asperger tanısı alabileceğini söylemektedir. Bazı otizmli bireylerin sözel ifadesi yokken şarkı söyledikleri görülmüştür. Bunun sebebinin rahatsız edici sesleri bloke etmek için olduğu düşünülmektedir. Şarkı ritminin işitsel işlemlemeyi dengelemesi dikkat dağıtıcı sesleri hafifletmesi mümkündür. Otizmli bazı bireyler göz teması kuramamaktadır bunun nedeninin bir başkasının gözlerin sabit durmadığı için takip edemediği ve göz hareketlerine tahammül edemediği gerçeği yatmaktadır. Otistik özellikler gösteren bireyler çok belirgin özelliği olmayan insanları tekrar gördüğünde tanıyamayabilir otistik özellikler gösteren bir bayan bir yüzü tanımak için on beş kez en az bakması gerektiğini söylemiştir. Diğer yandan otizmli bireyler floresan ışıkların saniyede altmış kez tekrarlayan titreşimlerini görebildikleri için ciddi şekilde rahatsız olmaktadırlar. Gözler fazla uyarıldığında ise nesnelerin anlamsızlaştığını hatta ortadan kaybolduğunu belirtmişlerdir. Otizmli bireylerin yeme sorunları yiyeceğin dokusuna tadına kokusuna ya da çıkardığı sese tahammül edememeden kaynaklanıyor. İnsanları kokularından tanıyan otizmli bireyler vardır ve eviyle özdeşleştirdiği tava tencere gibi güven veren kokuları sevmektedirler.
Donna Williams’tan çokca bahseden yazar onun kendini tek kanallı olarak tarif ettiğini işittiği zaman
görmeyi başaramadığını bu sebeplede otizmli çoğu bireyinde yüzyüze görüşmektense telefonla sosyal iletişim kurmayı tercih ettiklerini belirtmiştir.
Kitapta en etkilendiğim kısımlar şunlar oldu; -‘Yaptığım iş, pek çok insan için duygusal olarak zordur; sık sık hayvanlarla hem bu denli ilgilenip hem de kesimlerinde bulunmaya nasıl dayandığım sorulur. Belki başkalarından daha az duygusal olduğum için, ölüm fikriyle yüzleşmek benim için daha kolaydır. Her günümü yarın ölecekmiş gibi yaşarım. Ölümden korkmamak ve ölümlü olduğumu kabullenmek, beni pek çok işi başarmam konusunda motive eder.’ Bence yazarın ölümden korkmaması sadece duygusal bakmaması değil, doğadaki dengeyi çok iyi bir şekilde anladığı ve kabullendiği içindir. Bunuda kitabın sonlarına doğru hayvanlardan bahsettiği bölümden anlamaktayım. Orada sığırların kesimlerinde bulunduğunu bu yöntemi onlar için ne kadar kaygısız ve acısız bir şekilde geçirebileceğini düşünerek projelerini tasarladığından bahsetmektedir. İnsanların yaşamın ve ölümün doğal akışını görmemesinden bir canlının hayatta kalabilmek için diğerinin ölmesi gerektiğini anlayamamalarından yakınır. Ayrıca kendini sığırların yerine koyduğunda, doğada vahşice öldürülmektense tesislerde korku duymadan ölmeyi tercih edebileceğini belirtmektedir.
-‘Einstein’ın din üzerine en beğendiğim sözleri ise şunlardır; ‘’Din olmadan bilim topaldır. Bilim olmadan din kördür.’’ Bunu severim, çünkü yaşamın büyük sorunlarına yanıt bulabilmek için hem bilim hem de din gereklidir. Richard Feynman gibi din ve şiirin gerçekliğini inkar eden bilim adamları bile, bilimin yanıtlayamadığı sorular olduğunu isteksizce kabullenmişlerdir.’ Bu kısmı beğenmemin sebebi yazarın, mantık ve sezgi gücünü zekasının izlerini taşıyan cümlelerle ifade etmiş bir bilim adamının sözlerine bu denli bağlanması ve yaşamına aksettirmesidir.
-Oliver Sacks The New Yorker’da yayımlanan bir makalesinde benim ağzımdan şu ifadeyi yazmıştı: ‘Eğer parmaklarımı şıklatıp otizmden kurtulabilecek olsam bunu yapmazdım. Otizm, beni ben yapan şeyin bir parçasıdır.’ Öte yandan Donna Williams, ‘Otizm, ben değilim; o yalnızca, kim olduğunu kontrol eden bilgi işlemleme sorunu,’ demektedir.
Yazılanlardan şu anlaşılıyor ki; farklı açılardan otizmin tamamen onları kuşatmasına izin vermeyerek ve onu tamamen reddetmeyerek bütüncül bir şekilde kabullenmişlerdir. Bu da onları başarılı bireyler haline getirmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder